Çocuğunuzun İç Dünyasını Sizinle Daha Fazla Paylaşması İçin 3 Basit Yol

çocuk | gelişim

- Bugün okul nasıldı?
- İyi.
- Ne yaptınız?
- Hiiiç.
- Ne öğrendiniz?
- Bilmiyorum (veya hatırlamıyorum).

Çocuğunu okula giden ebeveynlere çok tanıdık cümlelerdir.

Alacağımız cevabı bile bile, hergün bıkmadan usanmadan ısrarla aynı soruları sormaya devam ederiz.

Neden?

Çünkü merak ederiz haklı olarak, acaba bugün neler yaşadı, neler öğrendi, kafasından neler geçiyor, iç dünyasında neler oluyor, paylaşsın isteriz. Bir yandan da ilgilendiğimizi hissettirmek isteriz.

Ama nadiren cımbızla ağızlarından 2-3 cümle alırız veya alamayız.

Veya bazen çocuğumuzu üzgün görürüz ve "ne oldu anlat” deriz.

O der ki bazen “bir şey yok” veya “bu konuyu konuşmak istemiyorum”.

O zaman da kendimizi dışlanmış hissederiz, acaba bana güvenmiyor mu, acaba aramızda yeterince kuvvetli bir bağ yok mu diye endişe ederiz, kişisel alırız olayı.

Veya çocuğumuzda bir sorun ararız, “hiç paylaşımcı değil, çok içe dönük, okulu takmıyor, çok ilgisiz” gibi düşüncelere kapılırız.

Ama birçok zaman boşuna endişeleniriz aslında çünkü bilmeyiz ki çoğu zaman olay bizim yaklaşımımızla ilgili, iyi niyetimizle farkında olmadan iletişim yollarını tıkayan yine biziz.

Peki bu tıkanıklığı nasıl açacağız, iletişim yollarını nasıl açık tutacağız ki çocuğumuz bizimle daha fazla sohbet etsin, hayatını ve iç dünyasını daha fazla paylaşsın?

Yol 1: Daha az soru, daha çok sohbet

Ne kadar az soru sorarak iletişim kurmaya çalışırsak, çocukların paylaşma isteği o kadar fazla oluyor genel olarak.

Mesela “Bugün okul nasıldı veya günün nasıl geçti?” sorusunu sormak yerine arabada giderken, beraber akşam yemeği yerken sofrada veya yatmadan önce bir sırt kaşıma, saç okşama vs gibi bir uyku öncesi rutininiz varsa o zaman, kendinizle ilgili birşeyden veya o gün olan bir olaydan bahsederek ilk sohbet kıvılcımlarını başlatabilirsiniz.

Bu tarz zaman dilimlerinin özelliği etrafta dikkat dağıtıcı birçok şey olmadan birbirimize daha çok odaklanabiliyor olabilmek.

Belki o gün sizi üzen veya sinirlendiren bir olay yaşadınız, bunu paylaşabilirsiniz.
Türkiye’de veya dünyada olan bir olaydan bahsedebilirsiniz. Kararsız olduğunuz bir konuda sohbet açıp fikrini almak isteyebilirsiniz. Geçmişe dönük aklınıza gelen bir olayı paylaşabilirsiniz.

Yani çocuğumuzu odak noktası haline getirmeden, biryerlerden bir sohbet başlatıyor olduğumuz zaman, bazen bir bakmışız ki çocuk sohbeti bir şekilde kendi hayatına getirmiş ve öyle şeyler paylaşıyor ki, bizim soru sorarak alacağımız yüzeysel cevaplardan daha da derin veya ilginç hale geliyor sohbet.

Hatta daha da ileri gideyim, bazen rastgele bir zamanda elimizde çayımız, kahvemiz, hiçbir beklentimiz olmadan sadece çocuğun yanına oturup öylecene durmak bile inanılmaz paylaşımlara yol açabiliyor.

Hatırlıyorum Maya 4. veya 5. sınıftayken bir gün yere oturmuş parmaklıklara kurdele bağlayıp çözüyordu kendi halinde, kahvemi aldım, yanına yere oturdum.

Sadece oturdum ağzımı bile açıp tek kelime etmedim. Sadece orada yanında olmak ve anı paylaşmak istedim o kadar, bir beklentim yoktu yani.

Bir süre hiç ilgilenmedi benimle ve önündeki demire ve elindeki kurdeleye odaklandı, ben de kahvemi yudumlayıp onun yanında olmanın ve sakinliğin keyfini çıkardım.

Sonra bir anda ben ne olduğunu anlamadan durduk yere, bana öylesine özeline ait birşey söyledi ve konuşmaya başladı ki, şaşırdım kaldım. Mümkün olduğunca soru sormamaya ve daha çok dinlemeye çalıştım, arada birkaç yorum yaptım kendimce o kadar.

Yani işin özeti çocuğun üzerinde birşey anlatma baskısı olmadığı zaman, ister istemez paylaşma isteği de daha fazla olabiliyor.

Bizim akşamları uyumadan önceki ışık kapalı halde sırt kaşıma zamanlarımız birbirimizle en çok şey paylaştığımız, en derin, en beklenmedik, en özel sohbetlerimizi yaptığımız zamanlar, ne zaman ne çıkacağı ortaya hiç belli olmuyor, bu da bana inanılmaz heyecan veriyor.

Yol 2: Daha az çözüm, daha çok duygu

İnsan doğası işte, karşımızdaki bize bir sorun veya bir olay anlatıyor olduğunda beynimiz refleks olarak direkt çözüm üretmeye başlıyor ve hemen karşımızdakine akıl fikir vermeye başlıyoruz farkında bile olmadan çoğu zaman. Peki bunu bize bir başkası yaptığı zaman biz ne hissediyoruz?

Hani bazı anlar vardır ya sadece içinizi dökmek istersiniz, duygularınızı paylaşmak istersiniz, kendinizi ifade etmek istersiniz ama karşınızdakinden iyi niyetle de olsa siz talep etmeden sıra sıra çözüm önerileri gelmeye başlar ve içinizden “suuuus” diye bağırmak gelir.

İşte biz bunu çocuklarımıza farkında olmadan o kadar sık yapıyoruz ki. Çünkü hem kendi hayat tecrübelerimizi paylaşmayı seviyoruz, hem de onları o kadar çok seviyoruz ki, hemen sorunlarına çözüm üretip üzüntülerinden ve hayalkırıklıklarından onları kurtarmak istiyoruz.

Peki acaba onlar ne istiyor gerçekten, neye ihtiyaçları var?

Bizim kendimiz için ihtiyacımız olan şeye, dinlenilmeye ve anlaşılmaya. Önce bu. Sonra eğer fikrimizi sorarlarsa çözüm önerileri aslında.

Bu noktada duygu onayı en önemli aracınız çocuğunuzla bir sohbet başlatmak istiyorsanız.

Mesela okuldan geldi ve çok heyecanlı görünüyor. “Okul nasıl geçti?” sorusu yerine “Bugün çok heyecanlı görünüyorsun” şeklinde bir yorum atabilirsiniz ortaya, bakalım ne diyecek. Belki hiçbir şey demeyecek, belki de neden heyecanlı göründüğünün sebeplerini anlatmaya başlayacak.

Veya tam tersi, moralsiz, üzgün görünüyor. Yalnız kaldığı, boş bir anını yakalayıp sadece “Üzgün görünüyorsun” deyip sonra sessizce yanında oturmaya devam etmek bir başka seçenek.

Belki yine de ağzını açmayacak o an. Ama belki birkaç saat sonra yanınıza gelip veya uykudan önce anlatacak çünkü bu gözleminizi paylaşarak onun duygularını hissettiğinizi anladı. Veya hemen o anda “evet şu şu şu oldu, o yüzden de üzgünüm, kızgınım, endişeliyim vs" şeklinde anlatmaya başlayacak.

Buradaki temel prensip “teklif var, ısrar yok”.

Başka hiçbirşeye girmeden sadece gözlemlediğiniz duygusunu paylaşarak bile size kendi duygu dünyasını açması için bir fırsat veriyorsunuz çünkü anlaşıldığını hissediyor. E sizi anladığını hissettiğiniz insanla daha fazla konuşmak ve paylaşmak istersiniz değil mi?

Yol 3: Satır aralarını okumak

İşte bu çok ilginç, nasıl anlatacağımı tam bilemiyorum o yüzden bir örnek vereyim.

Akşamları bizim kızların uyku öncesi rutinleri vardır, belli bir saatte tüm işlerini bitirip yatağa girerler, belli bir süre kitap okurlar, sonra ışık kapama vakti gelir, çağırırlar, sırayla sırt kaşınır, sohbet edilir ve saati gelince odadan çıkarız, biraz yataklarında sağa sola dönerler ve uyurlar.

Ama yine Maya'dan bir örnek; bir gece ondan bana şöyle bir talep geldi “Anne uzun zamandır özel anne-kız sohbeti yapmadık, bu akşam kitap okumak yerine senin yatağında buluşup sohbet edelim mi?”.

İlk refleksim içimden şu oldu “yatma saatinden önce de bunu yapabilirdik rahatlıkla, şimdi yatma vakti yatağında olması lazım, yatmamak için bahane mi yaratmaya çalışıyor acaba, sırt kaşımaya geldiğimde mi konuşalım desem?”.

Sonra içime sinmedi çünkü bu çocuk her akşam düzenli rutini uygulayıp vaktinde yatağına giren ve kitabını okuyan bir çocuk, hatta kitap okumak en sevdiği şeylerden biri, o akşam kitap okumak yerine benimle, benim odamda sohbet etmek istiyorsa, demek ki buna gerçekten ihtiyacı var, niye böylesine güzel bir fırsatı kaçırayım ki diye düşündüm “hadi dedim, tamam hemen hazırlan bizim yatakta buluşalım”.

Keza buluştuk, havadan sudan sıradan sohbete başladı, gülüşüyoruz vs. Sonra yavaş yavaş olay boyut değiştirmeye ve daha özel ve derin bir sohbete kaymaya başladı ve hatta yatma saatini geçti, müsade ettim çünkü bazı şeylerin içinden çıkması ve rahatlaması önemliydi.

Gerçekten ne kadar ihtiyacı varmış.

Detaylarına girmeyeceğim elbette ama demek istediğim şu, bazen çocuklarımızın taleplerindeki satır aralarını okumaya çalışmak önemli, ben az daha bu harika paylaşım fırsatını kaçırıyordum o akşam, ki eminim kaçırdığım başka zamanlar da olmuştur, ama bu sefer yakaladım, iyi ki de yakalamışım, ondan sonra da gözümü hep daha da açık tutmaya çalıştım.

Çünkü bu tip anlar belki de ebeveynliğin en kıymetli anları.

Sevgilerimle

Ahu